Quantcast
Channel: YİTİK ÜLKE Edebiyat ve Kültür Sanat Dergisi » nihat ateş
Viewing all articles
Browse latest Browse all 10

Türkiye’de Eleştiri Var mıdır Yok mudur?

$
0
0

Beşir Fuat

Nihat Ateş

Ülkemizde “eleştiri” deyince hep bir yetersizlikten söz etmek alışkanlık halini almıştır Resim eleştirisi mi? Yoktur. Müzik eleştirisi mi? Hakgetire. Edebiyat eleştirisi mi? Var mıdır yok mudur tam belli değildir. Yok diyenler için tartışmaya da gerek yoktur. Örneğin hayatını roman eleştirisine adamış eleştirmenler bir gün çıkıp Türkiye’de “eleştiri yapılmıyor” deyiverir. Buna kimse şaşırmaz. “Peki sen yıllarca ne yaptın, onlar eleştiri değil miydi” diye bir okur tepkisi gelmez. Bir eleştirmenin eleştiri yoktur demesi kadar doğal bir şey yoktur sanki. Çünkü “eleştirinin olmadığı” zaten toplumsal belleğimize kazınmıştır. Ağzımızı “eleştiri” üzerine konuşmaya açtığımız zaman besmele gibi tekrarlarız: “Türkiye’de eleştiri yoktur.”

“Var” diyenlerin ise bu “var”lığı belli çekincelerle vardır. Vardır ama alt yapımız eksiktir. “Türk edebiyatında eleştiri geleneğinin kurumlaşmamasının çeşitli nedenleri var. Bu nedenler arasında akademik düzeyde yeterli çalışmanın bulunmaması ve dilbilim, göstergebilim, yapısalcılık, postyapısalcı akımlar ve benzerlerine ilişkin temel kuramsal metinleri Türkçeye çevrilmemiş olması sayılabilir.”(Ali Galip Yener, Sancılı Yaratı, Kanat Kitap, s. 90, 1. Basım Ekim 2004) Hafifseme anlamında alınmamasını dileyerek bu yaklaşımı biraz atletizm, yüzme, güreş gibi dallarda bir türlü başarılı olamayaşımızın ardından sporcuların yaptığı açıklamalara benzetiyorum. Hani eskiden her ezimetten sonra sporculara mikrofon tutulur onlar da “altyapımız yok abi” derledi. Bir tartan pistleri olsa neler yapacaklardı! Zaman geldi her türlü altyapı sağlanmaya başladı ama bir başarı türlü gelmiyordu. Mikrofon yine tutulduğunda bu kez de sporcular “iyi hocalarımız yok abi” demeye başladılar. Dışarıdan yıllardır hocalar da getiriltiliyor ama hâlâ ne yüzebiliyor, ne güreşebiliyor ne de koşabiliyoruz. Sporu hep sporla açıklamaya çalışıyoruz da ondan demek gerekiyor. Tıpkı Yener’in yukarıda alıntı yaptığım eleştirisinin bir cümle sonrasında söylediği gibi “edebiyat sadece edebiyatla açıklanmaz.” Orhan Koçak’tan yaptığı bir alıntıyla bu savını destekliyor. Ama yine de eleştiri geleneğinin olmayışını ve eleştirisinin devamı boyunca edebiyatı edebiyat ile açıklıyor. Aslında ilk önermesinde ısrarcı olsa çıkarımları daha doğru noktalara evrilebilirdi. Oysa eleştiriyi edebiyat açısından yaratıcı bir eylem yapan “edebiyat dışı”nı edebiyata taşıyabilme kapasitesinde saklıdır.

Başka bir grup “vardır ama…” diyenler de zaten yaptıkları  işin bir eleştiri çabası olduğunu iddia etmezler. Eleştirilerini ısrarla “yazı” ya da “deneme” olarak niteleme eğilimindedirler. Bunda belli bir alçakgönüllüğün izlerini görmek olası. Yazı ve ya deneme olarak nitelendiğinde eleştirilerinin barındıracağı kesin ve keskin uçlarını törpüleme düşüncesinin (ya da itkisinin) etkili olduğunu söylemek de. Bunda Ahmet Oktay’ın özellikle şiir eleştirisi söz konusu olunca; “Eleştirinin belirgin özelliği, bütün bilimsel olma çabasına rağmen, olasılık ve yanılabilirlik’tir.” (Aktaran A. Galip Yener, age., s.95) demesindeki gibi bir tereddüt de gizli gibi geliyor bana. Eleştirmen, söz konusu şiir olunca “yanılmak” istemiyor. Eleştirilere yazı ya da deneme denmesinin bu yanılma payının marjını genişletebileceği de düşünülüyordur belki. Oysa Türkiye’de eleştirinin bu kadar alçakgönüllüğe yüzünü çevirebilecek, bu ataklığı gösterebilecek birikimi vardır. Ve göstermelidir.

Türkiye’de önemli bir “eleştiri” geleneğinin oluştuğunu düşünüyorum. Ülkemize roman neredeyse eleştirisi ile birlikte girmiştir. Tanzimat romancılarının ısrarla eleştiri ve eleştirmen kriterlerini belirlemek yolundaki tartışmalarını ve Mizancı Murat’ın “reddi menfaat” ilkesini daha o zamandan eleştiri tarihimizin sayfalarına kayıt ettiğini hatırlarsak “altyapımızın” hiç de öyle küçümsenecek bir tarafı olmadığını da görürüz. Tabii bu birikimde Ahmet Mithat’ın bastonuyla Babıali sokaklarında eleştirmen kovalamasının da önemli bir katkısının olduğunu söylemek isterim. Aynı dönemde Beşir Fuad’ın “Şiir, duygu ve hayale dayanılarak mı, yoksa gerçek ve hakikat göz önünde tutularak mı yazılmalıdır?”(Beşir Fuad, Şiir ve Hakikat, Hazırlayan Handan İnci, s. 11, YKY, 1. Baskı Temmuz 1999) sorularıyla uğraştığını da biliyoruz.


Viewing all articles
Browse latest Browse all 10

Latest Images